“İhtilâf-ı metâli’ sebebiyle küre üzerinde ezansız zaman yoktur.”
Zaman geçmez ki yüz binlerce kalbin vecd-i sekrânı ,
Zeminden yükselip, göklerde vahdetzâr-ı Yezdân’ı
Ararken, dehşet-âkîn etmesin bir sayha vicdânı.
Ne lâhûtî sadâ “Allâhu ekber!” sarsıyor cânı...
Bu bir gülbank-i Hak’tır, çok mudur inletse ekvânı ?
Bu lâhûtî sadâ çıktıkça cûşa-cûş olup yerden,
İner esrâr-ı kudret kibriyâ tavrıyle göklerden.
Bütün âheng-i hilkat yâd ederken Hakk’ı ezberden,
Vicâhî feyz alır artık o nûru’n-nûr-i ezherden :
Hüveydâ şimdi cânandır seherden, şâm-ı esmerden!
Seher vaktinde mevcûdât, nûşîn hâb içindeyken,
Bu rûhânî nevâ, âfâkı mevcâ-mevc edip birden,
Muhîtin kalb-i hamûşunda başlar bir hazin şîven .
Bakarsın her taraf zulmet, fakat bir zulmet-i rûşen !
Semâ bîdâr, her yıldız Cemâlu’llâh’a bir revzen.
Maîşet kayd-ı can-fersâsının mahkûm-ı bîzârı
Bütün bîçâreler gündüz bu yâd-ı merhametkârı
Duyar sermest olur görmüş kadar ferdâ-yı dîdârı!
O neşveyle, yorulmak şöyle dursun, en ağır bârı,
Sürükler görmeden, göstermeden yılgınlık âsârı.
Güneş mağrib-güzîn olmuş, semâ esmer, ufuk gülgûn ;
Zaman durgun, zemin muğber , cihan dembeste, can mahzûn;
Gariplik rû-nümâ yer yer, sükûnet dembedem efzûn ...
Bakarsın bir de gülbank-i İlâhî’den dolup gerdûn ,
O tenhâyî-i sevdâvî olur Allah ile meskûn!
İnip vaktâ ki leylin dest-i istilâsı gabrâya,
Serer dünyâya zulmetten adem şeklinde bir sâye;
Nazar medhûş, müstağrak giderken zîr ü bâlâya
Döner, “Allâhu ekber” cûşu yükseldikçe Mevlâ’ya,
O muzlim sîne-i hilkat tecellîzâr-ı Sînâ’ya!
Senin, dem geçmiyor, yadınla lebrîz olmadan eb’âd;
Ne müdhiş saltanat, yâ Rab, nasıl âsûde istibdâd!
O istibdâda hürmettir ezanlar, subhalar , evrâd ...
Hayır, sen rûh-i rahmetsin, bu sesler senden ister dâd,
Verir miydin, eğer dâd etmesen, feryâda isti’dâd?
* * *
Gunûde rûh-i tabîat samîm-i zulmette...
Sitâreler bile bâlâ-yı sermediyyette,
Yavaş yavaş uyumak istiyor yumup gözünü;
Seher semâların altında, açmıyor yüzünü.
Firâş-ı leylde dinmiş bütün enîn-i hayat,
Ridâ, bedûş-i sükûnet önümde hep safahat.
Görüp muhîtimi dalgın hamûş bir vecde,
O hâli ben de temâşaya daldım âsûde.
Nigâhı mest ediyorken bu levha-i mahmûr,
Ufukta yükselerek bir sadâ-yı dûrâ-dûr,
Yayıldı rûy-i zemînin o anda her yerine,
Sokuldu leyl-i ketûmun bütün serâirine.
Cihân-ı nâimi kaldırdı bî-karâr etti,
Zalâm içinde ne âlemler âşikâr etti!
O yükselen sesi tekrîre başlayıp eb’âd
Duyuldu sîne-i şebden medîd bir feryâd.
Semâya çıktı o feryâd, âh-ı ümmet olup!
Semâdan indi o feryâd, rûh-i rahmet olup!
Uzaktan andırıyorken, demin, heyûlâyı,
Semâ’hâne-i leylin birer küçük nâyı
Gibiydi şimdi hayalimde her menâr-ı mehîb...
O taş yürekte bu sûzişli nağmeler ne garîb!
O nây-pârelerin sonra hepsi hem-dem olup,
Uyandı rûh-i sükûnette bir azîm âşûb !
Coşunca âlem-i câmidde sayha-i tehlîl ,
Minâreler bana gelmişti sûr-i İsrâfîl :
Muhîte çekmiş iken dest-i şeb, ridâ-yı memât;
Uyandı karşıki evlerde lem’a lem’a hayât.
Uyandı sonra avâlim, uyandı rûh-i sabâh;
Uyandı hâb-ı ademden birer birer eşbâh;
Uyandı bende de bir şeb-çerâğ-ı zulmet-sûz ,
Ki tâ ebed olacak feyz-i Hak’la sîne-firûz .
Tasavvur eylemem artık zevâl o meş’al için...
Meğer ki nûr-i İlâhî edip gitsin!