Raf Aç/Kapat
Mehmet Akif Ersoy

Mehmet Akif, 1873 yılının kasım ayında İstanbul’un Fatih semtinin Sarıgüzel, Sarı Nasuh, Mahallesi’nde dünyaya gelmiştir.

Babası Temiz Tahir Efendi, tahsil için küçük yaşında Arnavutluk’un İpek kazasına bağlı Şuşisa’dan İstanbul’a gelir ve zamanın meşhur “Fatih Medresesi”nin müderrislerinden olur. Akif, 1888 yılında hayatını kaybeden Tahir Efendi’den, ilk olarak birinci kitaptaki “Fatih Camii”nde bahseder. Çocukluğundan ve babasından bahsederek onu erken kaybetmenin acısı, ona olan saygı, sevgi ve özlemini dile getirir. “Asım” adlı altıncı kitapta da uzun uzun Tahir Efendi’den söz etmektedir.

Annesi Emine Şerife Hanım, aslen Buharalı olup Tokat’a yerleşmiş bir ailenin kızıdır.

Akif’in Nuriye adında bir kız kardeşi vardır. Birinci kitapta yer alan “Selma” adlı şiirini ise yeğeninin ölümü üzerine kaleme almıştır.

Akif, 1878’in Şubat ayında, 4 yıl 4 ay 4 günlük iken Emir Buharî Mahalle Mektebi’ne başlamıştır. 1879’da Fatih İptidaisi’ne geçer ve babasından Arapça öğrenmeye başlar. 1882 yılında Fatih Merkez Rüştiyesi’ne, 1886’da ise Mülkiye İdadisi’ne girer. (Mülkiye Mektebi’nin hazırlık okuludur, okulu 1888’de bitirir). Babası Tahir Efendi, Akif’in okulu bitirdiği bu yılda vefat eder. Akif onun için “Hem babam, hem hocamdır. Ne biliyorsam kendisinden öğrendim” der. Akif, babasının vefatı üzerine, geçim kaygısıyla Mülkiye’nin yüksek kısmına gitmekten vazgeçer.

1889 yılında Sarıgüzel’deki evlerinin yanması üzerine, babasının talebesi Mustafa Sıtkı Efendi, aynı arsa üzerine ufak bir ev yaptırarak aileye destek olur. Yaşanan olaylarla gelen geçim sıkıntısı ve işsizlik nedeniyle Akif, 1889 yılının sonunda eğitime başlayacak olan Baytar Mektebi’ne kaydolur. İlk sivil veteriner okul olan bu mektepten mezun olanlara hemen iş verilecektir. 1891’e kadar Ahırkapı’daki sivil tıbbiye mektebinde eğitim gördükten sonra Halkalı’daki okula geçerek kalan ilk yılı da burada yatılı olarak okurlar. Bu okulda spor, güreş ve şiirle ilgilenir. 1893 yılında birincilikle bitirdiği okulundan baytar muavinliğine tayin edilir ve 1894 yılında Hazine-i Fünun’da bir gazeli, 1895 yılında ise Mektep Mecmuası’nda “Kur’an’a Hitap” şiiri yayınlanır.

1898 yılına kadar Osmanlı ülkesinde, Rumeli, Anadolu ve Arabistan’ın çeşitli yerlerinde görevli olarak dolaşır. Resimli Gazete’de şiirlerinin yayınlanmaya başladığı bu yılda Tophane-i Amire veznedarının kızı İsmet Hanım’la evlenir. 1907’de Çiftlik Makinist Mektebi Türkçe muallimliğine tayin edilir. 1908 yılında, Meşrutiyet’ten on gün sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne kaydolur. Gerekçesi de millete faydalı olacak irşad ve eğitim faaliyetlerine katılmak şeklindeki arzusudur. Fakat cemiyetin yeminine, emr-i bil’maruf gereğince uymak şartını koşmuştur. Bu yıl içinde, başyazarının Mehmet Akif’in olduğu “Sıratımüstakim” mecmuası yayınlanmaya başlar ve derginin sahipleri, Eşref Edip ile Ebulûla Zeynelabidin’dir. Derginin ilk sayısında “Fatih Camii” şiiri yayınlanır. 1910 yılına gelindiğinde, “Baytar Mekteb-i Âlisi Mezununî Cemiyeti” başkanlığına seçilir. Bir yıl sonra ilk şiir kitabı olan “Safahat” yayınlanır. Mayıs ayında bu dergi sıkıyönetim nedeniyle kapatılır.

1912’de “Süleymaniye Kürsüsünde” şiiri Sıratımüstakim’de tefrika edilir ve eylül ayında kitap olarak çıkar. Ebulûla’nın dergiyi bırakması ile derginin adı “Sebilürreşad” olarak değiştirilir. Ayrıca 8 Ekim 1912’de Balkan Harbi başlar. Mehmet Akif de 1913 yılında Bayezid, Fatih ve Süleymaniye camilerinde vaaz verir.

Bu yılın mayıs ayında, Baytarlık Dairesi Müdür yardımcılığından ve baytarlıktan istifa eder. Ayrıca, “Fatih Kürsüsünde” şiiri yayınlanmaya başlar, “Hakkın Sesleri” ise yayınlanır.

Akif, 1914 yılının ocak-mart dönemini Abbas Halim Paşa’nın daveti ile (İstanbul-Beyrut-Kahire-Eluksur-Kahire-Medine-Şam-İstanbul) Mısır’da geçirir. Eylül ayında, Darü’l-hilafeti’l-âliye Medresesi’nin orta bölümünde Türkçe-edebiyat dersleri vermeye başlar. “Fatih Kürsüsünde” şiiri bu yıl içinde üç baskı yapar.

Teşkilat-ı Mahsusa tarafından Berlin’e gönderilen Akif, Fransız ordusunda savaşan Müslüman askerler için Arapça beyannameler yazar ve bu yazılar cephelere uçaklardan atılır. Ayrıca “Berlin Hatıraları” şiiri burada kaleme alınır ve 1915’te bu şiir Sebilürreşad’da yayınlanmaya başlanır. Yine bu yılın içinde Teşkilat-ı Mahsusa Reisi Kuşçubaşı Eşref’le Necit seyahatine çıkar ve Medine’yi ziyaret eder. Ziyaretin ürünü olarak “Necid Çöllerinden Medineye” şiirini yazar. Sebilürreşad dergisi birkaç kez açılıp kapanma sürecini yaşadıktan sonra, hükümet tarafından 1916’nın Ekim ayı itibarıyla yirmi ay kadar kapatılır ve Sultan Vahideddin’in cülûsu üzerine sansürün kaldırılması ile dergi tekrar yayınlanmaya başlanır.

Safahat’ın beşinci kitabı “Hatıralar” 1917’de yayınlanır ve 1918’de ikinci baskısı yapılır. 1918’de Mekke emiri Şerif Ali Haydar Paşa’nın daveti üzerine Akif Lübnan’a gider. “Yüksek İslâm Tebliğ ve Danışma Heyeti”ne burada iken başkâtip olarak tayin edilir.

1919’da yayınlanmaya başlanan “Asım” 1924’e kadar aralıklı olarak Sebilürreşad’da yer alır.

Sebilürreşad, 1920 yılında, idarehanenin Millî Mücadele’ye katılmak için Anadolu’ya geçmiş olanları ile İstanbul’daki yakınlarının gizli haberleşme merkezi hâline gelir.

Akif, Balıkesir’de Zağanos Paşa camiinde Millî Mücadele’yi destekleyen vaazını verir. Nisan ayında oğlu Emin ve Trabzon meb’usu Ali Şükrü Bey ile Ankara’ya gider. Meclisin önünde Mustafa Kemal Paşa ile karşılaşmaları üzerine Paşa’nın “Sizi bekliyordum efendim, tam zamanında geldiniz, şimdi görüşmek kabil olmayacak, ben size gelirim” demesi gerçekleşir ve Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde Mehmet Akif’in Ankara’ya gelişi “İslâm Şairi Akif Bey” başlığı altında verilir.

Mustafa Kemal Paşa, Konya vali vekili ve kolordu kumandanı Miralay (Albay) Fahreddin’e (Altay) Mehmet Akif’in Burdur’dan meb’us seçilmesini sağlamasını bildiren telgraf yollar.

Ancak Akif, Biga’dan en yüksek oyu alarak meb’us seçilir. Bunun üzerine, Burdur meb’usu seçildiği yönündeki mazbata Meclis’e ulaşır ve Meclis tarafından oy birliği ile kabul edilir.

Mehmet Akif de Meclis’e takrir vererek Burdur meb’usluğunu tercih ettiğini bildirir.

Bu yılın içinde, Erkân-ı Harbiye’nin isteği üzerine Maarif Vekâleti’nce açılan “İstiklâl Marşı” yarışması haberi Hâkimiyet-i Milliye’de yayınlanır.

Mehmet Akif, Kastamonu’nun Nasrullah Camii’nde Sevr’i anlatan ve Millî Mücadele’yi destekleyen meşhur vaazını verir. Ayrıca Ankara’da ev buluncaya kadar Kastamonu’da oturmak üzere ev tutar, Sebilürreşad da Kastamonu’da yayına başlar. Akif’in Nasrullah Kürsüsünde verdiği vaaz bu nüshada yayınlanır. (Bu sayı büyük ilgi gördüğünden bir kaç defa basılır.)

1920’nin Aralık sonunda Mehmet Akif Ankara’ya döner. Mustafa Kemal, Sebilürreşad kadar hiçbir gazetenin neşredilemediğini ve manevî cephemizin kuvvetlenmesinde Sebilürreşad’ın büyük hizmeti olduğu bildirerek teşekkürlerini sunar.

1921 yılında Sebilürreşad’ın Ankara’da ilk sayısı çıkar (467. Sayı). (Dergi bu dönemde Büyük Millet Meclisi tarafından desteklenmiştir.)

Maarif Vekili Hamdullah Subhi İstiklâl Marşı için Mehmet Akif’e tezkere yollar. Yarışmaya katılan şiirlerden seçilen altı tanesi basılarak milletvekillerine dağıtılır.

Hamdullah Subhi yarışmaya katılan ve seçilen şiirlerden birinin kürsüden okunması kararı üzerine kürsüye çıkarak yarışma hakkında bilgi verir. Gelen şiirleri yetersiz gördüğünden Mehmet Akif beyefendiye müracaat ettiğini, endişeleri ortadan kaldırmak üzere elinden geleni yapacağını bildirdiğini ifade ettikten sonra, muhteşem bir şiir yolladığını açıklar. Hamdullah Subhi Bey, Mehmet Akif’in şiirini okurken Mehmet Akif salonu terk eder. Şiir büyük bir heyecanla karşılanır.

“İstiklâl Marşı” yarışmasının sonuçlandırılması ile ilgili tartışmalardan sonra, sadece Mehmet Akif’in İstiklâl Marşı’nın oylanması konusunda verilen önergeler kabul görür ve TBMM “ekseriyet-i azime ile” (büyük çoğunlukla, bir üye hariç) Mehmet Akif’in İstiklâl Marşı şiirini “Millî Marş” olarak kabul eder.

İstiklâl Marşı’nı millî marş olarak Meclis başkanı Mustafa Kemal Paşa ve milletvekilleri ayakta dinlemişlerdir. Hâkimiyet-i Milliye’nin 2. sayfasında da “Büyük Millet Meclisi’nin 12 Mart 1337 tarihli toplantısında özel takdirlerle kabul olunan İstiklâl Marşı’nı yayınlıyoruz” denilerek İstiklâl Marşı bir daha yayınlanır.

Bu arada TBMM Hükümeti ile SSCB arasında “Moskova Anlaşması” imzalanır.

Hakimiyet-i Milliye’de, Eşref Edib’in “Anadolu’da İslâm kongresi” başlıklı “Hüseyin Ragıb Beyefendiye” ithaflı yazısı yayınlanır. Bu yazıda, Hükümetin böyle bir işe girmesinden duyulan memnuniyet dile getirilmektedir. Bu yıl içinde Yunan ordusu Bursa ve Uşak cephelerinde ileri harekâta başlar, Sapanca ve Adapazarı işgal edilir. Bursa’nın işgali haberleri üzerine Bülbül şiiri yazılır.

1922 yılında Said Halim Paşa Malta sürgününde Fransızca olarak “İslâm’da teşkilat-ı siyasiye” adlı eseri yazar. Akif, Said Halim Paşa’dan tercüme ettiği bu eseri Sebilürreşad’da yayınlamaya başlar.

Ali Fuat Paşa’nın başkanlığındaki heyette yer alan Mehmet Akif, cepheleri dolaşarak Büyük Taarruz öncesi askeri cesaretlendirici konuşmalar yapar. (1-16 Ağustos). 1923 yılında ailesiyle İstanbul’a döner.

1924’te Zeki Üngör’ün İstiklâl Marşı bestesi kabul edilir.

“Asım”ın “Çanakkale Şehidlerine” diye bilinen bölümü Sebilürreşad’da yayınlandıktan sonra “Asım” kitap olarak yayınlanır. 1925 yılının Mart ayında, birçok gazete ile birlikte Sebilürreşad da Bakanlar Kurulu kararıyla kapatılır.

TBMM’de Kur’an-ı Kerim’in Türkçeye tercümesi ve tefsir çalışması ile ilgili önerge kabul edilir. Bu işin ancak Mehmet Akif tarafından yapılabileceği konusunda görüş birliği oluşur. Dostlarının telkinlerinin sonuç vermemesi ve Diyanet İşleri Resi Rifat Bey’in, Aksekili Ahmed Hamdi’yi görevlendirmesine rağmen, onun ısrarlarına rağmen sonuç alınamaz. Fakat Ahmed Naim Efendi’nin ısrarı üzerine tercüme değil de meal hazırlamayı kabul eder. 1000 lirayı ise Sebilürreşad’ın yeniden yayınlanması için Eşref Edib’e verir.

1925 yılı, Akif’in Mısır’a son gidişi olur. Rejim düşmanı gibi peşine polis takıldığı için yurdu terk eden Akif: “Arkamda polis hafiyesi gezdiriyorlar. Ben, vatanını satmış ve memleketine ihanet etmiş adamlar gibi muamele görmeye tahammül edemiyorum ve işte bundan dolayı gidiyorum.” siteminde bulunur. On buçuk sene dönmediği Mısır’da, iki yıl Abbas Halim Paşa’nın sarayının karşısındaki küçük bir köşkte oturur.

1926 yılında Akif’in annesi Emine Şerife Hanım 90 yaşında vefat eder ve Akif, bu yılın ocak ayında Kur’an tercümesi için çalışmaya başlar.

Latin alfabesinin kabulünden önce, altı Safahat’tan beşi (4. Hariç) tekrar 1928 yılında basılır. Temmuz ayında ise Kur’an tercümesi tamamlanarak 1929 yılında temize çekilmeye başlanır.

Bu yılın içinde Akif, Mısır Üniversitesi (el-Camiatü’l-Mısriyye)nde Abdülvehhab Azzam’ın aracılığı ile Türkçe hocalığına başlar.

1931 Ramazan’ında İstanbul’un bazı camilerinde Kur’an-ı Kerim Türkçe okunur ve Akif, tercümeden vazgeçtiğini belirten yazısını yazar. 1932 Ramazan’ında camilerde Türkçe Kur’an okunur, Kadir gecesinde Ayasofya camiinde teravihten sonra okunan tercüme radyodan naklen verilir. Ramazanın son cumasında ise Saadettin Kaynak Süleymaniye camiinde smokinle hutbe okur.

Akif, Kur’an-ı Kerim tercümesi ile ilgili mukaveleyi fesheder. (İşi ve borcu Elmalılı Hamdi devralmıştır) Nedeni ise “Tercüme güzel oldu, hatta umduğumdan daha iyi. Lakin onu verirsem namazda okutmaya kalkacaklar. Ben o vakit Allah’ımın huzuruna çıkamam ve Peygamberimin yüzüne bakamam.” düşüncesidir.

Yine bu yıl, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bir yazısı ile Türkçe ezan uygulamasına geçilir.

1933 yılında, Safahat’ın yedinci ve son kitabı olan “Gölgeler” Kahire’de basılır. (1918–1933 arasında yazılan 41 şiir)

Ezan ve kametin Türkçe okunmasını istemeyen halk, Bursa Ulu Camii’nde namaz kıldıktan sonra Vilayet önüne gelerek toplanır. Bu sebeple tutuklanan çok sayıda kişiden 19’una Çorum Ceza mahkemesinde ağır cezalar verilir.

1935 yılında rahatsızlanan Akif, Cebel-i Lübnan’a gider fakat 1936’da hastalığı ilerler. Bunun üzerine Türkiye’ye dönmeye karar verir ve Kur’an tercümesini Yozgatlı İhsan Efendi’ye şu sözleriyle teslim eder: “Ben sağ olur da gelirsem noksanlarını ikmal eder, ondan sonra basarız. Şayet ölür de gelmezsem bunu yakarsın.”

17 Haziran’da Mısır’dan İstanbul’a vapurla döner ve “Şişli Sıhhat Yurdu”nda yirmi gün yatarak teşhis ve tedavisi yapılır. Yine Halim Paşa ailesine ait Beyoğlu’ndaki Mısır Apartımanı’nda hazırlanan daireye yerleştirilir. Bu dönemdeki Dâhiliye Vekâleti Emniyet Umum Müdürlüğü’nün İskenderiye Konsolosluğuna yazısı: “Memlekete dönen Şair Akif’e ne zaman ve hangi konsoloslukça vize verildi?”şeklindedir.

Ve Mehmet Akif, 1936 yılının 27 Aralık Pazar günü saat 19.45’te Mısır Apartımanı’nda vefat eder.

İstanbul gazeteleri Mehmet Akif’in ölüm haberine çok kısa yer verir ve Ankara’dan Üniversite’ye ve resmi yetkililere tören yapılmaması ve törenlere katılmamaları hakkında emir gönderilir. Gençler, Bayezid Camii avlusundaki tabutu tanıyarak Kâbe örtüsü ve bayrağa sarılı olarak Bayezid’den Edinekapı’ya kadar el üstünde taşırlar. Akif, Edirnekapı’da sevdiği arkadaşı Ahmed Naim Bey’in yanına defnedilmiştir.

1938 yılında üniversiteli gençler Mehmet Akif’in kabrini yaptırır ve “27 Aralık” Mehmet Akif’i anma toplantılarının yapılmaya başlandığı tarih olur.

1944 yılındaki “Safahat”ın Latin harfli baskısını, damadı Ömer Rıza Doğrul yayına hazırlamıştır. (10. Baskıdan itibaren M. Ertuğrul Düzdağ tarafından yeniden düzenlenerek yayınlanır, 1975) 1949 30 Ekim ayında, Taceddin Dergâhı Ankara Şehir Meclisi kararıyla müze haline getirilir.

1961’de Akif’in Kur’an mealini emanet ettiği Yozgatlı İhsan Efendi vefat eder. Mehmet Akif’in meali ve İhsan Efendi tarafından istinsah edilen sureti, oğluna vasiyeti üzerine yakılır.

1973 yılında Taceddin Dergâhı “Mehmet Akif Evi” müzesi olarak tanzim edilerek açılır.

1986 yılı, vefatının 50. yılı dolayısıyla “Mehmet Akif” yılı ilan edilir. Kültür Bakanlığı’nın teşebbüsü ile kabri yeniden yapılır.

4 Mayıs 2007, 12 Mart’ın “İstiklâl Marşının kabul edildiği günü ve Mehmet Akif Ersoy’u anma günü” olarak kutlanması ile ilgili kanun TBMM’de kabul edilir ve 7 Mart 2008’de Resmi Gazete’de yayınlanır.

Akif’in Sanat Anlayışı

İslamcı ve toplumcu karaktere sahip olan Mehmet Akif’in şiirleri, onun sanatkârlığı kadar fikir adamı özelliğiyle değerlendirildiğinde ayrıca değer kazanır. İslamcılık, Türkçülük, Osmanlıcılık, Batıcılık gibi akımları temsil eden sanatçılardan farklı olan Akif, insanın ruh hallerini muhteşem bir lirizmle dile getirmektedir. Onun lirizmi, toplum sorunlarını tasvirlerle ele alması ve bu meselelerin şahsında derinleşmesiyle başlar. Süleyman Nazif’e göre Akif, nasıl hissettiyse öyle yazmıştır. Öyle olmasaydı yazıları karşısında kalpler bu kadar derinden etkilenmezdi. Bu çerçeveden bakıldığında ise Akif’e göre sanatkâr, toplumun ızdıraplarına kayıtsız kalmamalı, din ile sanat ve bilimin uyum içinde ilerlemesine katkıda bulunmalıdır.

Sosyal faydayı esas alan Akif, Namık Kemal gibi topluma yeni bir şekil vermek değil, milletimizin yüzyıllarca inandığı değerlerle sahip olduğu kimliğine sahip çıkması derdindedir. Sorunu sadece söylemeyip çözümünü de önerdiğinden natüralist olarak nitelendirilen Akif, olaylara tuttuğu İslami ve ahlaki ışıkla natüralistlerden aynı zamanda farklıdır da.

Birçok doğulu ve batılı edipten beslendiğini ifade eden Akif: “Şiire Sa’di mesleğini taklitle başladım. Arapları çok okudum… Frenklerden en çok sevdiğim Lamartine ile Daudet’dir.” der. Hikâye ve tasvirlerindeki incelik onu Sa’diye yöneltirken her şeyi olduğu gibi göstermesi ise Daudet’yi okumasındandır. Halkın arasına karışması, onu gerçekçiliğe ulaştırdığı kadar onun tasvir etme yeteneğini de geliştirmektedir. Rum tren memurunun “Tren kaçar a kuzum!” şivesini şiirlerinde kullanması da bunu göstermektedir. Çünkü Akif, gerçeği yansıtırken etki uyandırmak amacındadır. Akif’in tenkit ve alayı başarıyla kullandığı da rahatlıkla söylenebilir.

Şiirlerine duyulan ilgiyi resmi zorlama, pazarlama veya reklam olmadan taşıyan Akif, Orhan Okay’ın ifadesiyle hiçbir zaman popülizme düşmemiştir. Safahat’a olan ilgi, milletin derdini dile getiren toplumsal meseleleri ele alması, dini ve toplumsal içerikli motifleri ustalıkla kullanması ve olaylarla içli dışlı olan tarzından ötürü günümüzde de devam etmektedir.

Yedi kitaptan oluşan Safahat, yazıldığı devrin ve çevrenin objektif yansıması olduğu kadar, şairin sosyal hayattan mistik hayata ilerleyen kişiliğinin sanatkârane bir üslup içinde işlenmesidir de. Tanpınar’ın sözleriyle noktayı koyabiliriz: “Hiçbir şairimiz onun kadar ilhamının ufkunu geniş tutmamıştır.”

Kaynakça

*Vefatının 60.Yılında Mehmet Akif Sempozyum Bildirileri, 30 Aralık 1996, İstanbul, İslam Tarih, Sanat ve Kültürünü Araştırma Vakfı, İsar, Yay. Haz: Prof Dr. İnci Enginün

* Nazif, Süleyman: Mehmet Akif, Şairin Zatı Hakkında Bazı Malumat ve Tedkikat, İstanbul, 1924

*Mehmet Akif’in Sanatı, Edebiyat ve Fikir Dünyasından Çizgiler, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları S.65, Yay. Haz: Doç. Dr. Kazım Yetiş, Ankara, 1992

* Düzdağ, M. Ertuğrul: Mehmet Akif Hakkında Araştırmalar, Marmara Üniversitesi Mehmet Akif Ersoy Araştırmaları Merkezi, Fatih Yay. Matbaası, İstanbul, 1987

* Okay, M. Orhan: Mehmet Akif, Bir Karakter Heykelinin Anatomisi, Akçağ, Ankara, 1989

* Düzdağ, M. Ertuğrul: Mehmet Akif Ersoy, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1996

* www.mehmetakifarastirmalari.com